Çalışma Alanlarım

Anasayfa / Çalışma Alanlarım

Bilişsel Davranışçı Terapiler, günümüzde en yaygın kullanılan psikoterapi türlerinden biridir. Kısa süreli ve sorun odaklı bir yönteme dayanır ve BDT iki temel ilkeye dayanmaktadır.

  • Bilişlerimiz, duygu ve davranışlarımız üzerinde etkiye sahiptir.
  • Davranışlarımız, düşünce şeklimizi ve duygularımızı etkiler.
Yani BDT, bireylerin olayları algılama, yorumlama ve anlam yükleme biçimleriyle ilgilenerek, yanlış algıları, yanlış yorumlamaları ve işlevsel olmayan otomatik olarak ortaya çıkan düşünceleri değiştirmeye odaklanır. Birey içsel süreçlerinin bir kısmının farkında olmasa bile, terapi desteği ile oluşan bilinçli çabasıyla, bunların bir kısmına ulaşabilir ve farkına varabilir.

Kabul ve Adanmışlık Terapisi temelde davranışçı bir yaklaşımdır ve eyleme geçmekle ilgilidir. Eyleme geçilecek olan kısmı her bireyin kendisine ait olan değerleridir. Yani ACT’ın amacı, değerlerimize uygun olan eylemleri seçebilmek ve bunları uygulayabilmektir. Kabul ve Adanmışlık Terapisinde “eylem”, şimdiki ana odaklı bir eylemdir. Eylemler gerçekleştirilirken asıl amaç, o andaki tüm olumlu ve olumsuz duygularımızın farkında olmak, onları oldukları gibi kabul etmek ve böylece farkındalık duygusuyla eylemlerimizi “şimdi ve burada” yapıyor olmamızdır.

Kabul ve Adanmışlık Terapisi, danışanlarımıza farkındalık becerilerini de öğretmeye çalışır. Geleneksel terapi ekollerinin semptomları ortadan kaldırmaya çalışmasının aksine kişinin bütünsel gelişimi, farkındalığı ve değişimine odaklı çalışan bir yönteme sahiptir.

ACT Psikolojik Esneklik Modeli için 6 temel süreç kullanır ve bunlar şu şekildedir; “Kabul”, “Bilişsel Ayrışma”, “Bağlamsal Benlik Algısı”, “Değerlere Temas”, “Adanmış Eylem”, “Şimdiki An ile Temas”.

Depresyon nasıl hissettiğinizi, nasıl düşündüğünüzü ve nasıl davrandığınızı olumsuz etkileyen yaygın ve ciddi ancak tedavi edilebilen bir durumdur. Depresyon sürekli üzüntü halinde olmaya ve zevk veren durumlardan keyif almamaya yol açar.

Üzüntü ve sıkıntı verici olaylarda üzgün hissetmek normaldir. Depresyonda üzgün hissetmekten daha farklı boyutta duygular vardır. Bu nedenle depresyon ve üzüntüyü karıştırmamak gerekir.

Başlıca depresyon belirtileri şu şekildedir; “Sürekli üzgün hissetmek”, Günlük aktivitelere ilgi ve zevk kaybı”, “Aşırı yeme veya iştahsızlık”, “Uykuya dalmada zorluk, sık uyanma veya aşırı uyuma”, “Sürekli yorgun hissetme”, “Konuşmada ve hareketlerde yavaşlık”, “Değersiz ve suçlu hissetme”, “Konsantrasyon kaybı, karar verme zorluğu”, “İntihar eğilimi” gibi belirtilerin en az iki hafta devam ediyor olması gerekir. Tabii tanı koyabilmek için bu bilgiler yetersizdir ve bu konuda psikiyatri uzmanı ile görüşmeniz gerekmektedir.

Anksiyeteyi açıklayacak olursak şunların bilinmesi önemlidir; algılanan ya da yaklaşmakta olan stres veya tehdit faktörlerine tepkisel olarak, hafif, orta ya da şiddetli derece hissedilen, korku, endişe ve sıkıntı duygusudur. Ayrıca huzursuz ve gergin hissetmeye, kalp atışının hızlanmasına ve terlemeye neden olabilir.

Kaygı, aslında oldukça normal bir duygudur. Hatta dikkat ve odağımızı artırarak o an için bize enerji vererek duruma bağlı olarak stres faktörleri ile başa çıkmamızı kolaylaştırır. Ancak, vücudun strese verdiği doğal bir tepki olarak kontrol edilemeyen kaygı ile karşılaştığımızda, kalp atışlarının hızlanması, nefes alışverişinin değişmesi ve terleme ile karakterize olup psikolojik bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır.

Anksiyete bozukluğunun türleri şu şekildedir: Obsesif Kompulsif Bozukluğu(OKB), Panik Atak, Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB), Agorafobi, Sosyal Fobi vs.

Sürekli ve hiç bitmeyen kaygılı düşünceler, günlük hayatı ve sosyal çevreyi etkilemeye başladıysa eğer, bir uzmandan destek alınması oldukça önemlidir çünkü zaman içerisinde hayat kalitesini ve standartlarını düşürdükçe anksiyete daha da karmaşıklaşır ve tedavi edilmesi açısından verimliliği düşer. Bu yüzden bu konuda zorluk yaşandığı durumlarda uzman desteği alınması önerilir.

Hayati bir durum olmamasına rağmen kişide çok kuvvetli bir korku ve endişe hissettiren bir psikolojik durumdur. Panik atak belirtileri çok şiddetli olduğundan panik atağı geçiren kişiler felç, kalp krizi, boğuluyormuş hissi, kontrolü kaybediyormuş hissine kapılabilir.

Burada bilinmesi gereken en önemli şey, panik atak sırasında ortaya çıkan ilk belirti kalp atışı ve kalp nabız atışının hızlanmasıdır. Anksiyete ile panik atağın farklı şeyler olduğunu bilmek önemlidir. Anksiyete, sürekli devam eden tedirginlik halidir ancak panik atak kişi kendini saldırıya uğramış gibi tehlikede hisseder ve bayılacağını sanır, kalbi hızlanır ve nefes alması zorlaşır. Panik ataklar bir dakika ya da birkaç saat sürebilmektedir.

Genellikle panik atak yaşandığında ilk olarak hastanelerin acil servislerinde bulabiliriz kendimizi. Yapılan testler ve tetkikler sonucu fizyolojik bir problem değil bunun psikolojik olduğu anlaşılırsa bu konuda Anksiyete alanında uzman bir terapistten destek alınması oldukça önemlidir. Anksiyeteye bağlı yaşanan panik atakların tedavisi günümüzde mevcuttur ve bu alanda uzman kişiler tarafından belirlenen tedavi yöntemleriyle tedavi edilebilmektedir.

Toplumun her kesiminde görülebilen ve hayata küstüren bir sorun olarak bilinen Obsesif Kompulsif Bozukluğu(OKB), zaman içerisinde daha da şiddeti artarak hayat kalitemizi ve standartlarımızı düşürmeye başlar.

OKB, zihnimizdeki birçok düşüncenin yanlış olduğunu bildiğimiz halde yine de kafamızdan atmaya yetmemesi, her ne kadar mantık ve muhakeme yapsak da zihnimizden bu düşünceleri uzaklaştıramadığımız ve zamanla saplantı halinde gelen düşünceler veya fikirler olarak tanımlanabilir.

En sık görülen takıntılar, el yıkama, kapıları ve fişleri kontrol etme, hastalık bulaşacak korkusu, bir şeyleri yanlış yapmaktan korkma, birilerine zarar vermekten korkma, düzen-simetri takıntılığı, günah işlemekten korkma gibi örnekler verebiliriz. Tabi bu korkulara bazı kompulsif davranışlar eşlik eder. Örneğin, defalarca el yıkama, sürekli kontrol etme, kendini insanlardan uzaklaştırma, sevdiklerine zarar verebilme ihtimaline karşı kendini izole etme, sürekli eşyalarını düzeltmek, evine misafir kabul edememek ve sürekli tövbe demek gibi.

OKB yani bilinen adıyla takıntılık, bir uzman eşliğinde tedavi edilebilir bir durum olarak görürüz. Öncelikle, günlük yaşam dinamikliğini daha yaşanılabilir ve hayat kalitesini artırmayı hedefledikten sonra daha geçmiş detaylar incelenerek bu durumun kaynaklarını sorgulayıp kişinin takıntılı olma hali tedavi edilebilir. Açıkçası OKB, pek kendi başına iyileşebilecek bir durum değildir. Bu yüzden bu konuda bir uzman desteği alınması oldukça önemlidir.

Sosyal Fobi, genellikle kalabalık ortamlarda kişilerin küçük düşürülme ya da aptal duruma düşme korkusu olarak tanımlanabilir. Bu rahatsızlığı olan kişiler, kalabalıkta yüksek sesle konuşmaya, yemek yemeye ve davetlere katılmaya çekinmektedir.

Anksiyetenin bir türü olarak görülen ve kendini gösterme şekli sosyal fobi, zaman içerisinde kişinin hayat verimliliğini ve sosyalliğini oldukça düşürür. Kişi için zamanla çekinmeler ve kaçınmalar hayat beklentilerini karşılayamayacak hale geldiğinde kaygı düzeyi daha da artar ve git gide yalnızlaşır. Bu durum zaman içerisinde git gide karmaşıklaşmadan uzman desteği alınması oldukça önemlidir.

Travma sonrası stres bozukluğu, beklenmedik şekilde ortaya çıkan, insanları oldukça derin bir endişe, korku ve çaresizliğe iten psikolojik bir rahatsızlıktır. TSSB’ye; yaşanan depremler, seller veya yangınlar gibi doğal afetlerin sebep olmasının yanında, trafik kazaları, savaşlar ve şiddet içerikli eylemler, cinsel ya da fiziksel saldırı gibi olaylar sebep olabilir.

TSSB’nin belirtilerinin ne kadar süre devam edeceği kişiden kişiye farklılık gösterebilir. Bunun sebebi, insanların travmaya verdiği tepki ve travmanın karmaşık sonuçları olabilir. Bu belirtilere örnek vermek gerekirse, kendisinin veya yakınlarının güvenliği hakkında endişe duyma, öfke sorunları, hızlıca ürkme ve korkma, huzursuz ve sıkıntılı bir hal, korkunç rüyalar ve kabuslar görme, geleceğe dair umudun olmaması, unutkanlık ve hafıza sorunları gibi ruhsal belirtilerin yanında, aktivite azalması veya hareketlilik hali, yorgun hissetme ve dinlenememe, iştah artışı veya azalması gibi yeme bozuklukları, aileden ve sosyal çevreden uzaklaşma, iletişim güçlüğü çekme, ağlama nöbetler, travmatik olayları anımsatan kişi ve yerlerden kaçma gibi fiziksel belirtiler de örnek verilebilir.

Travma Sonrası Stres Bozukluğunun tedavisi için uygun görülen ve en yaygın yöntemler arasında ilaç tedavileri ve psikoterapiler yer almaktadır. TSSB tedavisinin temel amacı; semptomların azaltılması, tetikleyicilerle başa çıkmanın anlaşılması ve yaşam kalitesinin sağlanmasıdır.

Alkol ve madde bağımlılığı, bireylerin aşırı miktarlarda alkol ve madde ürünlerini tüketmesi, her gün belirgin bir saat olmaksızın bu maddeleri tüketmesi ve alkol veya madde almadığı zamanlarda yoksunluk çekmesine neden olan bir bağımlılık türüdür. Bireyler bu tür maddeleri kullanmadıkları zamanlarda kendilerini kötü ve stres altında hissederler. Yoğun bir yoksunluk çektikleri için ruh halleri oldukça kötüdür. Mutsuz, üzgün, karamsar, öfkeli, sinirli ve duruma bağlı olarak da saldırgan bir ruh haline sahip olabilirler.

Öncelikle şu ayrımı yapmalıyız. Toplum içerisinde sık sık alkol tüketmek ve sevmek ile karıştırılmamalıdır. Alkolü belirli bir miktarda kullanmak alkol bağımlılığına neden olmamaktadır ve bu kişiler alkol bağımlısı olarak adlandırılmaz. Alkol bağımlıları, bunu sevdikleri veya sosyal ortamlarda tüketmek için yapmazlar. İçerisinde bulundukları sıkıntılı ve aşılamaz gördükleri problemlere karşı gitgide artan stres düzeylerini baskılamak veya yok etmek için sürekli olarak alkol veya türevleri maddelere yönelirler. Aslında bu problemlerle başa çıkma yöntemleri olarak yetersizliklerini ve kendilerine alternatif yönelimler belirlediklerini gösterir ancak durum uzun vadede iş veya okul hayatı, kişisel ilişkileri, fiziksel ve psikolojik sağlıklarını son derece olumsuz etkileyen bir sona doğru götürmektedir.

Alkol ve madde bağımlılığı, tedavi edilebilen bir bağımlılıktır ancak bu bağımlılığının tedavi edilebilmesi için öncelikle kişinin kendisinin bu konuda bir bağımlı olduğunu kabul etmesi gerekmektedir. Her ne kadar “istediğim zaman bırakabilirim” gibi yorumlansa da bu durum problemin varlığını reddetmeye sebep verir ve bağımlılık daha da güçlenmeye başlamaktadır. Bu konuda hem ilaç tedavileri hem de psikoterapi yöntemleri kişinin bağımlılığının kuvvetine ve karmaşıklığına göre tedavi süreçleri oluşturarak tedavi edilebilir bir süreç olarak görülür. Bu konuda uzman desteği alınması sağlıklı bir değişim için oldukça önemlidir.

Öfke, bireylerin zaman zaman yaşadığı yaygın bir duygu durumudur. Bu durum, her zaman ciddi bir sorun olmasa da sık sık tekrar eden ve kronikleşen bir duruma dönüşüp kontrol edilemeyen bir hal alabilir. Öfke kontörlü ise öfkeli hislerinizi yönetmek, bunları olumlu bir şekilde ifade etmek ve öfkeli tepkileri önlemek için kullanılan bir dizi strateji ve tekniklerdir.

Açıkçası varoluşsal olarak hissedilen öfke kişisel sınırlarımızı korumak ve bunları savunmak için oldukça gerekli ve geçerli bir duygudur ancak varoluşsal öfkenin aksine saldırganlık içeren, kin, nefret, şiddet gibi kontrolü kaybettiren öfkenin aslında bir bozukluk olduğunu fark etmemiz gerekmektedir. Bu konuda öfke kontrolsüzlüğünün tanımlanması, anlamlandırılması, yönetilmesi ve kontrol içerisinde tutulması için uzman desteği alınması gerekmektedir. Problemlerle başa çıkma yöntemi olarak ilk ortaya çıkan ve tercih edilen öfke zaman içerisinde hem kişiye hem de çevresine ciddi sonuçlar doğurabilmektedir. Hem ilaç tedavileri hem de psikoterapiler öfke kontrolsüzlüğünü tedavi edebilmek için oldukça verimli tedavi süreçleridir.

Stres, günlük yaşamımızda herkesin başına gelebilen doğal bir insani tepkidir aslında. Yani hayatımızın bir parçasıdır. Ayrıca stres, insanı tetikte ve motive edici tutar. Kişiyi olası tehlikelerden korumak için hazırlar. Hayatımızda stres faktörleri oluştuğunda, vücudumuz hem bilişsel hem de fiziksel tepkiler verir. Mesela yaklaşan önemli bir toplantınız var ise yaşanan stres sizi o toplantıya konsantre bir şekilde çalışmanızı sağlar.

Stresin işlevselliği bozan durumları da vardır. Stresli bir dönemde kişinin odaklanma problemleri yaşaması, unutkanlıklar ve dalgınlıklar gibi sorunların sıklaşması, günlük yaşam içerisinde sinirli ve kaygılı bir ruh halinde olmak, kendini üzgün, kızgın veya baskı altında hissetmek gibi durumlar stresin işlevini bozan durumlar olarak örneklendirilebilir.

Açıkçası stresi yönetmek için birçok yöntem vardır. Örneğin, hayatta kontrol edilemeyen olayların varlığını kabul etmek ve değiştiremeyeceğimiz durumlar hakkında endişelenmemek, zamanı daha verimli yönetebileceğimiz yöntemleri öğrenmek, hobiler ve ilgi alanlarınıza zaman ayırmak, stresten kurtulmak için sigara veya alkol gibi alternatif ürünlere yönelmeyerek çünkü bu maddeler stresi sanılanın aksine daha da artırır, sağlıklı beslenmeye özen göstermek gibi birçok faktör belirtilebilir.

Tabii bu örnekler denenmelidir ancak stresin yönetilmesindeki zorluk temelde duygusal problemlere dayanıyorsa bu konuda psikoterapi desteği almak önemlidir. Stresinizin kaynaklarını belirledikten ve kendiniz bu durumları çözmeye çalıştıktan sonra eğer sorun hala devam ediyorsa durum daha da karmaşıklaşmadan bir uzman desteği alınması gerekmektedir.

Uyku sorunları yaşamak, birçok açıdan incelenebilir. Hem fizyolojik sebepler hem de psikolojik sebepler kişinin uyku ile ilgili sorunlarına zemin hazırlayabilir. Bu konuda öncelikle fizyolojik bir sebebinin olmadığı konusunda kesinliğe ulaşmak için tıbbi bir muayene gerekmektedir. Tıbbi muayene sonucunda sorunun psikolojik olduğu anlaşılırsa o zaman bu konuda psikoterapi yöntemleri sorunu tedavi edebilir.

Uyku sorunu, psikolojik açıdan yalnız başına incelenmez. Açıkçası, uyku kalitesini düşüren hayatın içindeki diğer problemler incelenir ve bunlar tedavi edildikten sonra yaşanan uyku sorunları süreç içerisinde düzelmeye başlar.

Sınav kaygısı, bireylerin sınav anında bildiklerini unutmasına, bilgilerini etkin bir şekilde kullanamamasına, başarısızlığa sebep olmasına ve kişilerin girecekleri sınavlarda başarısız olacaklarına dair yoğun kaygı beslemesi ve devamlı stresli olmasına sebep olmaktadır.

Açıkçası bireylerin korktuğu, endişelendiği veya kaygılandığı şey sınavın kendisi değildir ancak sınavın kendisiymiş gibi algılanır ve genellikle sınava yönelik kaygılar üzerinde durulmaya çalışılır. Buradaki sorun sınavın sonucudur. Sonucun başarısız olmasına karşı kişi benliği, kişiliği ve değeri ile ilişkili olacağına yönelik değerlendirmeleri kaygısını sınav yaklaşana kadar artırır. Yani, sınavı kazanamamanın kişinin sevilmeme veya değer görmeme gibi daha temel hisleri ve ihtiyaçları tetiklediği durumlarda yaşanan problemlerdir. Sınav kaygısı, psikoterapi ile tedavi edilebilir bir problemdir. Bu kaygıyı kişi kendisi yönetemediği durumlarda daha da karmaşıklaşmadan uzman desteği alınması önerilir.

Uyum problemi, stresli ya da psikolojik olarak sıkıntı veren yaşantılar sonrası, uyumsuz veya sağlıksız tepkilerden kaynaklanan psikolojik bir durumdur. Ayrıca adaptasyon sürecinin yeterli olmaması duygusal ya da davranışsal belirtilerin gelişmesine yol açabilir. Örneğin, duygusal bir ilişkinin sonlanması, taşınma, iş ve okul değişikliği, şehir değiştirme, askerlik, evlilik, boşanma, ağır bir hastalık veya kaza geçirme, ameliyat olma, deprem veya sel gibi doğal afetler yaşama gibi farklı durumlar uyum bozukluğuna yol açacak stres etkenleri olarak örnek verilebilir.

Uyum problemleri için destekleyici ve çözüm odaklı psikoterapiler oldukça fayda sağlamaktadır. Süreci yürüten uzman, eğer uygun görürse kişinin çevresini de tedavi sürecine ekleyerek durumun verimliliğini artırmak isteyebilir.

Değersizlik duygusu, birçok insanın içinden çıkamadığı bir sorundur. Birçok kişi hayatın olumsuz detaylarına odaklanmayı daha kolay bulurlar. Bu durum, her şeyin yanlış olduğunu ve hayatta hiçbir şeyin yolunda olmadığı hissi verebilir. Zaman içerisinde bu duyguya “işe yaramazlık” hissi eklenebilir.

Değersizlik duygusu, yaşanan çocukluk travmaları, olumsuzlukları kendi hatası olarak görme, geçmişte maruz kalınan ve sürekli devam eden eleştiriler, stresle mücadele edememek veya patolojik bir sorunun eşlik etmesi gibi sebeplerden dolayı ortaya çıkabilir.

Açıkçası hissedilen değersizlik duygusu, durumun karmaşıklığına bağlı olarak tedavi süreçleri değişir. Bu yüzden bu hissin kaynaklarını bulmakta ve çözümlemekte zorlanıyorsanız bu konuda uzman desteği alınmasını öneririm.

Boşlukta hissetmek birçok durumla ilişkili olabilir. Yalnızlık, hayatımızda hedeflerimizle ilgili yaşadığımız kafa karışıklığı, peşinden koştuğumuz değerlere karşı motivasyon eksikliği gibi durumlarda boşlukta hissetme kendini gösterebilir. Herkes bu boşluğu hayatının bir döneminde zaman zaman hissedebilir.

Açıkçası, boşlukta hissetmek bu tür durumlar karşısında geçici olarak nitelendirilebilir. Her durumda olmamasına karşın, boşluk hissi depresyon, bipolar bozukluğu, travma sonrası stres bozukluğu gibi bazı ruh sağlığı durumlarının da işareti olabilir. Tabii bu konuda kesin bilgiyi psikiyatri uzmanının değerlendirme sonucu verecektir.

Bunların haricinde, kendinizle olan temasınıza önem vermeniz, çözülmemiş geçmiş deneyimler, kendinize önem verememek, önemli ilişkilere sahip olamamak gibi faktörler boşlukta hissetmeyi tetikleyebilir ve zaman içerisinde hissini artırabilir. Bu konuda dikkat edilmesi gereken kısım, bu durumun kişi için bir olgunlaşma veya gelişme, değişme süreci olabileceği gerçeğidir. Eğer boşlukta hissi giderek artıyor ve uzun süre devam ediyorsa kişinin hayat kalitesini ve standartlarını düşüreceği için bu konuda gerekli desteği uzmanlardan alabilmeniz oldukça önemlidir.

Özgüven, çocukluktan bu yana yaşadıklarımızın etkisi ve maruz kaldıklarımızla şekillenerek oluşur. Belli başlı kuramlara göre genellikle 1 yaşına kadar olan süreç özgüven için oldukça önemlidir. Bir bebeğin, karnı zamanında doyurulmadığında, altı kirli bırakıldığında veya gerektiğinde ilgi, sevgi ihtiyaçları karşılanmadığında çocuklarda kendine güven zedelenebilir. 2 yaşına gelen çocuklar dış dünyayı keşfeder ve sürekli sorular sorar. Bu sorular mantıklı ve çocuğun anlayabileceği düzeyde değilse veya geçiştirilirse özgüven zedelenebilir. 6-7 yaşlarına gelen çocuklar, oyun oynamak ister ancak oyun oynayarak kaliteli zaman geçirilmemiş ise bu da yine özgüveni olumsuz etkiler.

Açıkçası, çocukken bu tür durumlara maruz kalmış olabilirsiniz ancak halen devam ediyorsa bu duruma farkında olmadan müsaade ediyor olabilirsiniz. Özgüven, çocukken verilmesi gereken bir duygu olabilir ancak artık kendimizin çabalayarak hissetmesi gereken bir duygudur.

Ayrıca özgüven, hep yüksek olmaz. Ara ara düşer. Ara ara zedelenir. Bu sayede olmak istediğimiz benliğimiz ile var olan benliğimiz arasındaki farkı görebiliyoruzdur ve gerekeni yapma konusunda harekete geçiyoruzdur. Bu konuda ilk olarak güçlü yanlarımızı tanıyarak başlamalıyız tabii güçsüz yanlarımızı da tanımlayarak. Sonuçta güçsüzlüğü bilmeyen birinin gücü hissetmesi ne kadar doğru olabilir ki.

Özgüven sorunları çoğu zaman, geçmiş detaylara dayandığı için kendi başına iyileşemez. O yüzden bu konuda uzman yardımı almak oldukça faydalı olacaktır.

Şimdi Bana Ulaşın

“Kendiniz veya önem verdiğiniz biri yaşamında zorlanıyorsa yardım etmem için bana ulaşabilirsiziniz.”